18 Aralık 2014 Perşembe

Beyin dalgaları


İnsanı diğer canlılardan ayıran en kritik özelliği aklını ve beynini kullanabilmesidir. Peki insan beyni nasıl bir enerjiye sahiptir?

İnsanı diğer canlılardan ayıran en kritik özelliği aklını ve beynini kullanabilmesidir. Peki insan beyni nasıl 1 enerjiye sahiptir? Beyin dalgaları, insanda nasıl etkiler bırakır ve ruhumuzla bağlantısı nedir?

Milyarlarca hücreden oluşan beynimiz, bioelektrik güç (titreşimler) üretmekte olup, bunu dalga enerjisine çeviren ve arkasından dataları ruhumuza yükleyen ve yayan bir güce sahiptir.Bilincimizin ve düş gücümüzün ortaya çıkışı işte bu titreşimler sayesinde olmaktadır. Ruhu birlikte irtibat kurabilen insan beyni, ebedi fikir gücüne (İlahi bilinç gücü, Matrix beyin gücü) erişebilir. Aslında insanoğlu, beyni kullanabilmesi yeteneği ve kozmik bilinç gücüne erişebilme yeteneği birlikte ulu bir varlıktır.

Esas bi şekilde, 4 çeşit beyin dalgası vardır: Alfa, delta, teta ve beta. Bunlara ilave bi şekilde 1 de, Gama dalgaları mevcuttur ki bu insanın ruhu ile doğrudan irtibat kurmasını sağlar.

Alfa dalgaları, çoğunlukla insanın rahat olduğu ya da epey çok efor sarf etmediği durumlarda görülür.

Delta dalgaları, uykunun derin evrelerinde ortaya çıkar ve en yavaş titreşen dalgalardır.

Teta dalgaları, uykuya geçerken veya uykunun ilk evrelerinde görülürler.

Beta dalgaları, ise, kafamızı toplayamadığımız ve dikkatimizi veremediğimiz zamanlarda ortaya çıkar.

Son yıllarda üzerinde çalışılan diğer 1 dalga türü de "Gamma". Bu dalganın, irade ötesi ve entelektüel düşüncenin kaynağı olduğu düşünülmektedir. Ruhumuzla barışık olduğumuz zamanlarda, kendimizi rahat hissettiğimizde veya meditasyon yaptığımızda ortaya çıkan gama dalgaları sayesinde Astral bedende gezi etmek ve ileriki boyutlara geçiş mümkündür.
Beyin dalgalarıyla muhtelif cihazları kullanmak için yapılan çalışmalar, hızla ilerleme kaydetmektedir. İnsan gelişen bir varlık olduğundan ileriki zamanlarda ruhu birlikte de irtibata geçerek ve gama dalgalarını daha iyi geliştirerek üstün vasıflarının olduğunu ve ruh beyni birlikte düşününce, bellek gücünün ve düş dünyasının ebedi olabileceğini keşfedecektir. eşdeğer zamanda, diğer galaksilere açılarak da gelişmiş medeniyetler birlikte irtibat kurabilecek düzeye gelecektir.

Alpha -Tetha- Beta- Delta, (Gamma) adlı beş ana dalganın hangisinde hangi duyguda ve durumda olduğumuz artık rahatlıkla tespit edilebiliyor.


ALPHA
7.5 – 12 Hz arasında değişen alpha dalgaları; rahatlığın, farkındalığın, sakin ve huzurlu kavrayışın, uykunun ilk evrelerinin dalgaları olarak tanımlanıyor. Sakin ve huzurlu olunan ama asla uyuşukluk yaşanmayan, dünyayı ve gerçekleri algılamada en uygun titreşimlerin olduğu bu dalga boyu, dünyamızın da ölçülen frekansıyla aynı. Dünyanın manyetik frekansına “Shumann” frekansı deniyor ve 7,8 ile 8 arasında tanımlanıyor. (Fakat son yıllarda bilim adamları Shumann frekansının epeyce yükseldiğini ifade ediyor.)

Gözler kapanıp derin nefes alındığında ve dış dünyadan alınan mental etkiler azaldığında Alpha boyutuna geçiyoruz. Alpha dalgalarındayken yaptığımız işlerde başarımız artıyor. Derin uyku ya da endişe ve korku halinde bu dalga hiç görülmüyor.
Meditasyon, yoga, reiki gibi çalışmalar esnasında beynimiz Alpha boyutundadır.

Zihin açık ve uykunun derinliğine dalmadan önceki geçiş koridorunda hissettiğimiz o duyguların yaşattığı huzur, ilginç bir şekilde dünyanın titreşimiyle aynı dalga boyunda.

TETHA
Frekansları 4 ile 8 arasında değişiyor ve stresin hiç olmadığı, derin iç dünyamızda olduğumuz dalga boyu olarak tanımlanıyor.
Öğrenmenin en yüksek boyutuna geçmeden önce bu dalgada yaşıyoruz ve derin uykudan uyanırken açılan algılarımızın yaşattığı bir durumu temsil ediyor. Alacakaranlık boyutu ismi de kullanılıyor bu dalga boyu için. Yani aydınlanmadan önceki karanlık…

Çok usta meditasyoncuların derin meditasyon halindeyken bu dalga boyunda olduğu tespit edilmiş. Derin düşünüş ve sezgisel kuvvetin en canlandığı bu frekansta sanatsal yeteneklerin zirveye çıktığı düşünülüyor. Özellikle ressam ve müzisyenlerin sanatsal üretimleri esnasında beyinlerinde Tetha boyutunun en yüksek, Alpha frekansının en düşük seviyede olduğu biliniyor. ( yani 7 ile 8 arası) Onların kendi içe dönüşlerinden bize hediyelerle geri dönmeleri ne güzel…

Yapılan bazı araştırmalara göre şifacıların Tetha bandında uzun süreli ve kontrollü olarak kalmayı başarmaları nedeniyle şifa yeteneklerinin geliştiği ortaya çıkmış.

BETA
13- 30 Hz arasında olduğu biliniyor ve uyanış frekansı olarak tanımlanıyor. Aktif öğrenme, uyanık olma, her şeyiyle hayatı yaşama, dinamizm, konsantrasyon, problem çözme hallerimizde içinde bulunduğumuz dalga boyu olduğu için yaşamı temsil ediyor. Çok yükseldiğinde stres, gerginlik, öfke gibi negatif uç duygulara varabiliyor.

DELTA
0 – 4 frekansında bulunan dalga boyudur ve derin uyku ve dış dünyadan kopuş boyutudur. Bilinçsiz bir huzur halini yansıtır. Beynin en az çalıştığı döneme aittir ve bu dönemde büyüme hormonu salgısı artar. Çocuklarda fiziksel büyümeyi, yetişkinlerde ise güzelleşmeyi ve dinç kalmayı sağlar.

Bu dört ana dalga boyunun dışında son yıllarda tespiti yapılan Gama frekansı, 40 Hz’in üzerinde tanımlanıyor. Üst benlik bağlantı çalışmaları sırasında üretildiği ve Hindu Monkların meditasyonları sırasında ölçümlendiği biliniyor. (Hinduizmde kendini mabede adamış kişilere Monk denir.)


BEYİN DALGALARI KONROL EDİLİP DEĞİŞTİRİLEBİLİR Mİ?

Beyin dalgaları, duygu ve ruh durumuna göre kendiliğinden değişirmiş gibi görünse de o titreşimleri bilinçli ve istediğimiz yönde kontrol edip değiştirebileceğimiz ve kendimizi istediğimiz duygu frekansına çekmeyi başarabileceğimiz gibi bir gerçek de mevcut. Bunu nasıl yapabileceğimiz aslında yine kendi titreşimlerimizin içinde saklı bir bilgi. Sadece o frekansı duyabilmeyi ve ayırt etmeyi başaracak bilime ve bilgeliğe ulaşmanın zamanını kendimizde yakalayabilmeyi öğrenmemiz gerekiyor.

Çoğu zaman farklı Hz’lerde pek çok titreşimin içinde kayboluyoruz. Özellikle de 30 Hz civarında dolaşıyor tüm dünya. Yani şiddet, savaş, bencillik ve paylaşımsızlık frekansında…

Günlük hayatımızda genellikle küçücük şeylere takılıp, öfkeleniyor, hırslanıyor, kıskanıyor, geriliyor, üzülüyoruz. Sevgi- sadakat- şefkat- minnet- huzur-neşe gibi duygulara az kulak veriyoruz nedense…

Düşüncelerimizin bütün bu çeşitliliğine göre beynimizden ve hücrelerimizden değişik frekanslarda yayılan titreşimlerle tüm vücudumuzun etrafında bir enerji alanı oluşuyor. Bu enerji alanı anlık değişimlerle, ruh ve vücut sağlımızı yansıtıyor gözle görünmese de. Son yıllarda alternatif tıp alanı altında kabul edilen enerji dengeleme yöntemlerini kullanarak tedavi sağlama tekniklerinin sayısı epeyce arttı ve gitgide bilimsel olarak desteklenmeye başlandı.

Tedaviye yardımcı olduğu iddia edilen meditasyon ve Reiki, NLP çalışmaları artık bilimsel tedavilerin yanında yardımcı olarak yer almaya başladı.

Amerika’da pek çok hastanede bu konuda ciddi ve resmi uygulamalar yapılıyor, kemoterapi birimlerinin yanı başında Reiki uzmanlarının da bölümleri açıldı, hemşireler ve doktorlar hızla Reiki öğreniyorlar.

Türkiye bu tür çalışmalarda biraz tutucu tavır sergilese de beyin dalgalarının kontrol edilmesi ve değiştirilmesi için reiki ve meditasyondan daha bilimsel bir yöntem olan Neurofeedback yöntemini kullanarak stres, Down sendromu, alkol ve uyuşturucu bağımlılığı, otizm, kişilik bozuklukları gibi hastalıkları tedavi etmeye çalışan merkezler ve hastaneler açılmaya başlandı.

Meditasyon, Yoga, Reiki, Neurofeedback adı ne olursa olsun bütün bu yöntem ve tekniklerin peşinde olduğu tek bir amaç var:

Beyin dalgalarını istenilen frekansa çekebilmek ve uygun dalga boyunun titreşimsel ışınımını yakalayarak DNA üzerinde pozitif değişiklik yaratabilmek…
 

Schumann Rezonansı


Yeryüzünü çepeçevre saran gaz tabakasının bütününe Atmosfer denmektedir. Sınırları tam belirgin olmamakla birlikte Atmosfer ; (Yeryüzünden yukarıya doğru) Traposfer, Stratosfer, Mezosfer ve İyonosfer şeklinde 4 katmandan ibarettir.

Kozmos'dan ve Güneş'imizden gelen, Enerji yüklü Atom Altı Parçacıklar Atmosferin en üst katmanında bulunan Oksijen, Azot ve Hidrojen Atomlarının elektronlarını kopartmakta, onları İyonize ederek (+)Pozitif Elektrik yüklü İYONOSFER tabakasını meydana getirmektedir. Yeryüzünden 500-600 km. yüksekte oluşan İyonosfer tabakasının sıcaklığı 1700 oC dereceye kadar çıkmaktadır. Atmosfere giren Göktaşlarını yakan, Onları yok ederek Dünyayı koruyan bu tabakadır. İyonosfer tabakası aynı zamanda Dünya Isısını belli seviyelerde tutarak Canlılara yaşam imkanı sağlamakta, Radyo Dalgaları için yansıtıcı-ayna görevi de yaparak Radyo ve Telefon haberleşmesini mümkün kılmaktadır. 

Kozmos' dan ve Güneş' imizden gelen Enerji yüklü Atom Altı Parçacıkların enerjisiyle devamlı yüklenen İyonosfer tabakası, Bu enerjileri, Yeryüzü ile İyonosfer tabakası arasında kalan boşluğa, Şimşek ve Yıldırımlar şeklinde durmaksızın boşaltmaktadır. Öyleki her saniye 1000' nin üzerinde Şimşek ve Yıldırım şeklindeki Elektrik Enerjisi, Yeryüzüne akmaktadır. Yeryüzü ve üzerindeki Tüm Canlılar da aşırı Elektron akışı nedeniyle genelde (-)Negatif Elektrik yüklü bulunmaktadır. Şimşek ve Yıldırımlar olarak Yeryüzüne akan Elektrik Enerjisi, Yeryüzü ile İyonosfer arasındaki boşlukta çeşitli Elektro Manyetik Rezonans sahaları yani değişik frekanslarda titreşen Elektromanyetik Alanlar meydana getirmektedir. İşte Bu Elektromanyetik Alanların titreşimine SCHUMANN Rezonansı denmektedir. (Bir gücün etkilemesi sonucunda ortaya çıkan titreşime Rezonans denir.) Zira Bu Rezonansların mahiyeti ilk defa 1952 yılında Alman Fizikçi W. O. Schumann tarafından açıklanmıştır.

Schumann Rezonansı, Yeryüzü ile İyonosfer tabakası arasındaki boşluğun Doğal titreşimidir. Tespitlere göre Schumann Rezonans sahasının frekansı 7.8,14, 20, 26, 33, 39 ve 45 Hertz aralıklarında değişmektedir. (Hertz = 1 Saniyedeki devir sayısıdır.) Diğer bir ifadeyle, Yeryüzü ile İyonosfer tabakası arasındaki boşluk 7.8, 14, 20, 26 , 33 , 39 ve 45 Hertz aralıklarında titreşen Yedi Elektro Manyetik Alan halindedir. Ancak en büyük Manyetik Alanın frekansı 7.8 Hertz' dir. İyonosfer tabakasından Yeryüzüne akan enerji ile meydana gelen Elektromanyetik Alanlar, Tüm tabiat olaylarını ve Tüm canlıları etkilemekte ve tetiklemektedir.



Zira Hepimiz Biokimyasal süreçlerle Elektrik üreten, ürettiğimiz Elektron akımlarıyla düşünen, hisseden, kaslarımızı ve bedenimizi hareket ettiren, çalışan, konuşan ve faaliyet gösteren varlıklarız. Yani tüm madde alemi nasıl atomlarının titreşimi nisbetinde ürettiği enerji kadar etraflarında Elektromanyetik Alanlar teşekkül ettiriyorsa, Tüm canlılar da hücresel vibrasyonları nisbetinde ürettikleri enerji kadar çevrelerinde Elektromanyetik Alanlar teşekkül ettirmektedir. Sahip olduğumuz Elektromanyetik Alanlar da, çevresel Elektromanyetik Alanların değişiminden ve frekansından etkilenmektedir. Tüm Dünyayı çepeçevre sararak, Tüm Doğayı ve Canlıları etkiliyen Schumann Rezonansı bu nedenle çok önemli olup Dünyanın önde gelen fizik araştırma merkezleri tarafından devamlı ölçülerek kontrol edilmektedir.

Schumann Rezonansını günlük olarak ölçen merkezlerden biri "Geophysical Observatory – Modra, Slovak Republic " sonuçlarını görmek için http://147.175.143.11/

Schumann Rezonansı kayıtlarını tutan Merkezlerin verilerine göre, 1980 yılından sonra yapılan Schumann Rezonası ölçümlerinde, ortalama 7.8 Hertz olan en büyük Manyetik Alanın Frekansının yükseldiği ve 11 Hertz' in üzerine çıktığı, Ayrıca saniyede 1000' nin üstünde olan Yıldırım ve Şimşek çakmalarının da, saniyede 2000' ne çıktığı tespit edilmiştir. Yani Tüm Dünyayı çepeçevre saran en büyük Elektro Manyetik Alanın, çok uzun süreden beri sabit olan Frekansı 7.8 Hertz' den 12 Hertz' e çıkmış, Aynı zamanda İyonosfer tabakasından Yeryüzüne akan elektrik enerjisi de Toplam olarak eskisinin 2 katına çıkmış bulunmaktadır. İlim, bu artışların kesin nedenlerini açıklıyamamakta, Güneşin 11 yıllık periyotlarından kaynaklandığını tahmin etmektedir. 

Schumann Rezonansı' nın 1952 yılında keşfedilerek açıklanmasından çok önce diğer Alman Bilgini Hans BERGER, Beynimizin çeşitli aktivitelere göre, değişik Elektrik Dalgaları yayınladığını keşfetmiş ve "Elektroensefalografi" denen veya kısaca EEG denilen bir aletle Beynin çıkardığı değişik Elektromanyetik Dalgaları kaydetmiştir. Beynimizin yaydığı Elektromanyetik Dalgaların 5 ana frekansta olduğu tesbit edilmiştir. Bunlar ;

Delta Dalgaları (1-3 Hertz) = Derin uyku, Bilinçsizlik halinde Beynin çıkardığı Elektro Manyetik Dalgalardır.

Teta Dalgaları (4-7 Hertz) = Derin gevşeme, Uyuşukluk, Hafif uyku halinde Beynin çıkardığı Elektro Manyetik Dalgalardır.

Alfa Dalgaları (7-11 Hertz) = Relaks halde iken ve Uykudan önceki safhada Beynin çıkardığı Elektro Manyetik Dalgalardır.

Beta Dalgaları (11-25 Hertz) = Aktif çalışırken, Dikkat ederken, Bilgi alıp ve verirken Beynin çıkardığı Elektro Manyetik Dalgalardır.

Gama Dalgaları (25-60 Hertz) = Öğrenme, Anlama, İdrak için zihnin zorlandığı sırada Beynin çıkardığı Elektromanyetik Dalgalardır.

Daha sonraları yapılan çalışmalarda ise Beynin değişik Düşünceler düşünürken dahi değişik frekansta Elektromanyetik Dalgalar çıkardığı tesbit edilmiştir. Yani İnsanın Elektromanyetik bir varlık olduğu, her hareketinin, her düşüncesinin Elektromanyetik Dalgalar halinde yayınlandığı anlaşılmıştır. Nitekim Bugün Düşünceden komut alarak çalışan Bilgisayarlar deneme aşamasında bulunmaktadır.

Bir Piyanoya yakın bir yerde, belirli bir müzik sesi çıkartılırsa, Piyanodaki tellerin birinin veya bir kaçının (Hepsinin değil) titreştiği görülür. Piyanonun titreşen telleri, çıkartılan Müzik sesiyle aynı Frekansta olanlardır. Bu olaya Fizik İlminde Akustik Rezonans denmektedir.

İşte son 20 yılda devamlı arttığı tespit edilen Schumann Rezonansı, Akustik Rezonans Yasası gereği, Schumann Rezonansı içinde yaşayan Tüm İnsanları ve Canlıları etkiliyerek, Onların Beyinsel olarak yayınladıkları Elektromanyetik Dalgaların frekanslarını yükseltmektedir. Diğer bir ifadeyle Schumann Rezonansını 12 Hertz’e yükselmesi demek genel olarak İnsanların Alfa Dalgaları (7-11 Hertz) frekansından, Beta Dalgaları (11-25 Hertz) frekansına çıkartılması demektir. Başka bir ifadeyle Bu durum, İnsanların Relaks halden-Uykulu halden uyandırılarak Bilinçli hale getirilmesidir.

Her Düşüncenin-Her Enerjinin bir frekansı olduğunu, Hiçbir Düşüncenin-Hiç bir Enerjinin kaybolmadığını, Her Düşüncenin-Her Enerjinin kendi frekansına uygun Elektromanyetik Alanlar olarak aktif halde durduğunu ve benzer frekansları çektiğini bazı ruhsal kaynaklarca da açıklanmaktadır. ( ÇEKİM YASASI )

Güneş'imizden ve Kozmos' dan Dünyamıza gelen Işık Enerjilerinin Tümü (Atom Altı Parçacıkların ve Foton Enerjilerinin Bütünü) Kozmik Enerjidir. Kozmik Enerjiler, Bilgi ve Bilinç taşıyan Enerji Porlarıdır. Bu Enerji Porları, Canlıların Hücresel ve Zihinsel frekanslarını arttırarak daha yüksek Bilgilere ulaşmasını, daha yüksek Bilgileri idrak etmesini sağlamaktadır.

Bu nedenle, Dünya İnsanlarının hatta Dünya da bulunan bütün Canlıların Bilincini yükseltmek için Dünya'ya gelen Kozmik Enerjilerin, Frekans ve Miktarı 1900 senesinden itibaren bilinçli olarak artırılmıştır. Dünya İlmi tarafından arttığı tesbit edilen Schumann Rezonansının yüksek çıkmasının nedeni budur.

Atmosfer içinde bulunan çeşitli frekanstaki Birleşik Alanlar, Kozmos' dan ve Güneş' imizden gelen yüksek enerjili Kozmik Akımlarla yüklenmekte, Schumann Rezonans sahası içindeki Tüm Manyetik Alanların Gücü ve Rezonansı devamlı olarak artmaktadır. 

2012-2014'de Foton Kuşağına geçişle birlikte Schumann Rezonansının sıfır noktası olan 13 Hertze ulaşacağı ve Dünya'mızın manyetik kutuplarının yer değitireceği öngörülmektedir.

Frekans ve ETKİLEŞİM


Titreşim ve İlişkilerimizi Nasıl Etkilediği Gerçeği
Herkes bir frekansa, yani titreşime sahiptir. Yani DNA’nın salınım oranı. Bu titreşim 50 ile 150 Ghz arasında gezinir. Rezonans yüzünden, frekans son derece önemlidir. Bir titreşime (frekans) sahipsiniz ve yakın titreşimdeki diğer insanlarla, yerlerle, zamanla, olaylarla rezonansa girersiniz. Bu durum sizin diğerleriyle olan ilişkilerinizi nasıl etkiler?
İki insan, aynı ya da birbirine yakın frekansta iseler ancak ortak bir şeylere sahip olur ya da yan yana gelebilirler.
Bunu kavramak o kadar önemli ki, son cümleyi tekrar okuyup üzerinde düşünmenizi isterim. Bunun dış görünüş, kültürel geçmiş, eğitim, deri rengi, mali durum, ülke, ilgi vs ile en ufak bir ilgisi yoktur.
İki insan ancak aynı frekansa sahipse, yan yana gelir ve birlikte olurlar.
Örneğin, bir restorana girdiğinizde, belli bir masada insanların birlikte oturduğunu görürseniz, onların hepsinin yakın frekanslarda olduklarını fark edersiniz. Bu yüzden arkadaşlar yan yana gelirler. Yine bu yüzden arkadaşlar ve eşler birbirlerinden ayrılırlar. Aralarından birinin frekansı yükselir; diğeri aynı kalırsa, ikinci kişi diğerinin hologramından düşer. Ne kadar uğraşırlarsa uğraşsınlar, diğerinin frekans aralığının dışına düştüğünden bağlantı kuramazlar. Hiç düşündünüz mü, okuldan bazı arkadaşlarınız artık arkadaşınız değildir ve onlarla hiç bir bağlantınız yoktur? Çünkü frekansınız değişmiştir ve literal anlamda onları “göremiyorsunuzdur” artık.
Bizler gerçeği, şimdiki kitlesel bilincimizin odaklandığı bir alt boyutta var olan frekans bantlarının titreşimlerinin alt frekanslarının içinde olan kolektif kitlelerin düşünce formları şekliyle algılayabiliyoruz. Yani örneğin DNA sarmallarınızın 5 tanesi aktive olmuşsa ve bilinçliliğiniz beşinci boyuttaysa düşünce formlarının 4. Boyuttaki gibi yoğun (katı) olduğunu görürsünüz. Bu yüzden farklı insanlar, yaşamı bütünüyle birbirlerinden farklı algılarlar. Bilinç ve DNA aktivasyon düzeyi farklılıkları yüzünden…
Düşünün bakalım dışarıdaki gerçekten tuhaf kombinasyon oluşturan çiftleri, asla yan yana gelmelerini hayal bile edemeyeceğiniz insanlar birliktedirler. :)
Birliktedirler çünkü aynı frekanstadırlar. Konuya frekans açısından bakarsanız kendinizin de neden artık bir takım insanlarla birlikte olmadığınızı görürsünüz ve ilişki “yürümüyorsa” kendinizi kötü hissetmek zorunda kalmazsınız. Eğer frekansları uyumlu değilse 2 kişi yan yana duramaz. Aynı şekilde eğer rezone olmadığınız bir çevrede çalışıyorsanız, orada fazla kalamazsınız. Gerçekten de o çevre ve oradaki insanlarla aynı titreşimde salınmadığınızı hissedersiniz ve sonunda sizin oradan ayrılmanızı gerektirecek bir olay vuku bulur. Eğer titreşim yasalarından haberdar değilseniz, bu hoş olmayan ve sıkıcı bir durum gibi gözükebilir.
Yine, ailenin bir araya geldiği Noel ya da benzeri tatillerde bu frekans konusu gerçekten de çok hissedilir bir hale gelir. Çoğu kişinin birlikte rezonansa giremediği kardeşleri ya da aile üyeleri vardır. Ve olan şey, bu durumun frekansla ilgili olduğundan haberdar olmayan anne-baba, büyükbaba-büyükanne gibi diğer aile fertlerinin “aileyi bir arada tutabilmek için” herkesi “geçinmeye” zorlamasıdır. Bu yüzden bir çok dram vardır ailelerde, frekans ve bilinçlilik hallerindeki düzey farklılığı yüzünden. Bunu nefreti iyileştirmek ve kişinin kendi bilgeliğini kazanarak ruhsal anlamda tekamülü içindir.
Bir durum, Her şeyi yönetenin frekans olduğunu gerçekten kanıtlıyor, genellikle danışanlarımdan bir tanesiyle ilk görüşme için iletişime geçmeye çalışırken oluyor bu. Eğer danışanımın frekansı bana uyuyorsa internet’ten hemen bağlanıyorum ve harika bir iletişime geçiyoruz. Eğer frekans uymuyorsa mutlaka teknik ya da internetle ilgili bir “sorun” oluyor – ki aslında titreşimimiz uymuyor. Sonra yaptığım bir iki terapiden sonra, bizi iletişime geçmekten alıkoyan blokajları kaldırıp ona titreşimini yükseltmesi için yardım ediyorum, bu işlem biter bitmez herhangi bir sorun olmadan internet üzerinden bağlanabiliyoruz.
Peki, titreşimimizi nasıl yükseltebiliriz?
3 temel yol var:
1) Enerji çalışmalarına katılın
Titreşiminizi düşüren enerji blokajlarını, ailenizden miras kalan karmik damgalarınızı kaldırmak, ruhunuzdan ve ruh düzeyinden daha yüksek frekans çekmeniz ve tutmanızı sağlayacak uykudaki DNA’yı aktive etmek için enerji çalışmalarına katılın. Bu çalışmalar aura temizliği, karma çalışmaları ile birlikte başlayabilir. Ve DNA aktivasyonları kendi üzerinizde nasıl çalışacağınızla ilgili genişlemiş bir bilgiyle birlikte devam edebilir.
2) Zihin bedenini kontrol eden egzersizler
Sadece koşulsuz sevgi, neşe, mutluluk, minnettarlık gibi güç veren duygusal yüksek frekanslı düşünceler içinde olarak zihin bedeninizi kontrolünüz altına alın.
Korku, anksiyete, umutsuzluk ve depresyon gibi durumlardan uzak durun. Bu durumların tümü düşük frekans taşıdığından, size düşük frekanstaki insan ve durumları çekerler.
3) Mediyasyon / Yoga / İbadet yapın
Mümkün olduğunca meditasyon, yoga, ibadet ya da diğer teknikler yoluyla, teta, delta dalgaları gibi derin zihin hallerine girin. Bu gibi derin haller, sizin Tanrı kimliğinize ve kuantum fiziğinde “gözlemci” denen duruma en yakın olduğunuz, düşünce tezahüründe, enerji dalgalarının uzay / zaman atom-altı parçacıklarının içinde çöktüğü anlardır.
Umarım bu yazıyla rezonansa girmiş ve titreşimin yaşamımızın her halinde nasıl etkili olduğunu fark etmişsinizdir.
Toby Alexander tarafından kaleme alınmıştır.
UNIVERSAL LOVE PEACE & HARMONY

BİLİNÇALTI



1- Bütün anıları depolar. Hiçbir şeyi silmez. Ana rahminden ölene kadar… Geçici olan ve geçici olmayan her şeyi kaydeder. 0–7 yaş arasında kritik akıl faaliyette olmadığı için her şey doğrudan bilinçaltına kaydedilir, doğru-yanlış, güzel-çirkin, ahlaklı-ahlaksız ayrımı olmadan… Kayıt anında anlamsız olsa bile ilerleyen dönemlerde kaydedilene, yaşantılar sonucu bir anlam yüklenir ve bu anlama göre kişinin tepki vermesi sağlanır.

2- İlişkilendirmeler, genellemeler yapar. Benzer şeyler ve düşünceler arasında bağlantılar kurar ve hemen öğrenir. Bu özellik çoğu zaman kişiyi zor durumda bırakır. Örneğin belli bir köpek yüzünden gerçekleşen korku yaşantısını bütün köpeklere genelleyerek bir fobi yaratabilir. Bir başka örnek: bahar aylarında acı bir kayıp yaşayan kişinin bilinçaltı bu acı ile baharı birbirine bağlayarak kişiye yıllarca süren bir döngüsel depresyon yaşatabilir. Çoğu zaman insanlar yıllar önce olan o olayı unutmuş olsalar bile bilinçaltı unutmaz.

3- Tüm anıları organize eder. Bunun için de zaman çizgisini kullanır. Bilinçaltı geçmiş, şimdi ve gelecek zamanı farklı yerlere kodlar. Örneğin geçmiş zaman, bazıları için arkada, bazıları içinse sağ veya sol yanda olabilir. Gelecek ise önünde uzanmış olabilir. Özellikle geçmiş ile ilgili hatıraların kodlandığı yer yaşanan birçok problemin kaynağı teşkil eder.

4- Çözümlenmemiş, olumsuz duygu yüklü anıları bastırır. Amacı kişiyi korumaktır. Yine de baskılanmış bu anılar ile ilgili semptomlar yaratmaktan da geri kalmaz. Örneğin kişinin yaşadığı taciz olayını bastırır ama kişinin kirlenmişlik hissini temizlik takıntısı ile dışa vurur. Bunu klasik bir obsesif-kompülsif durum olarak görürseniz tedavi şansınız kalmaz. Bu davranışı baskılasanız bile ya bir süre sonra yeniden ortaya çıkar ya da şekil değiştirir.
5- Bastırılmış anıları çözüm için sunar. Bir davranışın neden yapıldığını açıklamak ve “sahibini” korumak için bunu yapar. Ama sunduğu anının, o davranışla ilgili olması gerekmez. Sadece mantığınıza yatması ve o duygusal tepki için “sahibine” hak vermeniz yeterlidir.

6- Bedeni işletir. Bunun için detaylı bir planı vardır: Vücudun şimdiki halinin ve mükemmel sağlığın planına sahiptir. Bu nedenle bilinçaltının yarattığı psikosomatik rahatsızlıkları yine bilinçaltının yardımıyla gidermek mümkündür. Bazen bunu kendisi de yapar. Örneğin sınav kaygısı yüksek bir öğrencinin bilinçaltı kaygıyı yaratan sınavdan sahibini korumak için bağırsak sistemini bozabilir, o geceyi acilde baygın geçirtebilir, elleri ayakları, sanki sinir ucu iltihaplanması varmış gibi tutmaz olabilir vs. Ve sınav saati gelip geçtiğinde sahibini tekrar eski haline getirebilir. Aynı zamanda Yüksek Benliğin işleyişini kontrol eder.

7- Bedeni korur. Bedenin bütünlüğünü korur. Hücre düzeyinden sistemlere, sistemlerin uyumlu çalışmasına kadar bütün bedenin işleyişini bir an bile bırakmaksızın kontrol eder. Siz nefes almayı unutabilirsiniz ama o unutmaz.
8- Duyguların hâkimidir. Bilinçaltı tüm duygularımızın kaynağı ve yerleştiği yerdir. İnsan duygudan bir an bile çıkamaz. Bir duygu durumundan bir başkasına geçer ve bütün davranışların altında duygular vardır. Bilinçaltı olaylar ve duygular arasında bağlantılar kurar. Kurulan bu bağlantılar ve yüklenen anlamlar davranışlarımızın gerçek sebepleridir. Bir davranışı değiştirmek için ona yüklenmiş anlamı göz ardı eden yaklaşımlar, bilinçaltı karşısında yetersiz kalmaktır. Örneğin eğer sigaraya kendine güven gibi bir anlam yüklenmişse, bu anlamı yükleyebileceği yeni bir davranış seçeneği sunmazsanız sigarayı bırakmanıza izin vermez. Bulunan davranış seçeneğinin de en az sigara kadar kolay ulaşılabilir olması gerekir.

9- Son derece ahlaklıdır. Size öğretilen ve içinde yetiştirildiğiniz ahlaksal yapıya sıkı sıkıya bağlıdır. Tersi davranışlarda yaşanan suçluluk duygusu bazen bir ömür boyu sürer. Bu kez de bilinçaltı kişiyi cezalandıracak bir hastalık veya bir mahrumiyet yaratabilir.

10- Hizmet etmekten hoşlanır, gerçekleştirmek için net ifadelere ihtiyaç duyar. Bilinçaltı sahibi ne isterse sahibine onu verir. Yalnız bilinçaltı çok istediğimiz veya hiç istemediğimiz şeylere, yani iyi konsantre olduğumuz şeylere ulaşmamızı çabuklaştırır. Bundan dolayı Hipnozda kişi hep olumlu olana, istenen duruma yönlendirilir.

11- İstenene ulaşılması için kaynaklar üretir, muhafaza eder, dağıtım yapar ve “enerji” iletir. İsteme noktasında dikkatli olmak gerekir. Sürekli ölmek istediğini söyleyen biri, sonunda bilinçaltını tedavisi çok zor ya da imkânsız bir hastalık yaratmaya itebilir










GGG

2 Nisan 2014 Çarşamba

ZİHİN VE KONTROLÜ

ZİHİN VE KONTROLÜ


“İnsan vücudu bir elektrokimyasal sistemdir ve artık bu sistemi etkile­yecek mekanizma üretilmiştir. Bu mekanizma insanların beynindeki elek­tromanyetik dalgaların normal seyrini sekteye uğratabilir ve bu yolla in­sanların davranışlarını değiştirebilir. Belli bir zaman dahilinde insan biyorobot düzeyine indirilebilir.” Mikroway News Dergisi’nin Editörü Luis Slizen

Bir bilgisayar, herhangi bir insanın beyin faaliyetini çözümleyerek ekra­na yansıtabilir, aynı zamanda beyin faaliyetini etkileyecek ve kontrol ede­cek dalgalar gönderebilir. Geçmişte, bu amaçla insanların kafalarına elek­trotlar yerleştirilerek deneyler yapılmıştır. 1960'larda hayvanlar üzerinde yapılan “radyo sinyalleri ile yönlendirme deneyleri” sonradan psikologlar tarafından Vietnam askerlerine uygulanmıştır. Esir askerlerin kafatasına elektrotlar yerleştirilmiş, sonra ellerine bıçaklar verilmiş ve birbirini öldürmeye yönlendirilmişlerdir.

Yıllar önce başlayan zihin kontrolüyle ilgili bu tür araştırmalar ve de­neyler ara vermeden bugüne kadar ulaşmıştır. Ancak bu kaba metodlar, ye­rini artık daha ince metodlara bırakmıştır; günümüzde her şey kablosuz olarak gerçekleştirilebilmektedir.Beyin, Çok Yönlü Bir Kontrol MerkezidirBeyin bütün vücut sistemlerini yönetir ve aralarında işbirliği sağlar. Tüm zihinsel faaliyetler, düşünceler, duygular, fiziksel duyular ve hareket­ler kendilerine özgü frekanslara sahiptir. Beş duyu organımızla algıladığı­mız her şey belirli bir beyin faaliyeti meydana getirir. Bütün hastalıklar, davranışlar, düşünceler, duygular ve algılamalar da kendine özgü dalga boyuna ve frekansa sahiptir. 

Söylediğimiz her kelime ve aklımızdan geçirdi­ğimiz her düşünce beynimizde kendi frekans dalgasını şekillendirir. Çevre­mizde konuşulan her kelimenin dalgaları beynimize kendi frekansıyla gelir ve tercihimize göre reddedilir veya yerleşebilir. Hipnoz, anestezi, bayılma, ağrı veya korku anında ise beyin, o sırada çevrede söylenen kelimelerin dalgalarına kontrolsüz olarak açık durumdadır. Bu sebeple insan beynini yönlendirmenin en basit şekli ameliyat esnasında beyne yerleştirilen prog­ramlardır. Anestezi de bir nevi hipnozdur, hatta hipnozdan daha büyük et­kiye sahiptir. Çünkü ameliyata alınan insan bayılma, ağrı ve korkuyu aynı anda yaşar. 

Ameliyat sırasında söylenen her kelime beyne yerleşerek bilgi­sayar virüsü gibi çalışır. Bu virüslerin sayısı ve niteliği tamamen ameliyat­hanede bulunanların ahlakına, konuşmalarına ve konuştukları konuya bağ­lıdır. Onun için gelişmiş ülkelerde ameliyat sırasında konuşmak yasaklan­mıştır.25. Kare

Sinema, televizyon veya reklam filmleri ya da her türlü televizyon prog­ramı 24 kare resmin bir saniye içinde ardarda gelmesiyle hareketli hale ge­lir. İnsan gözü ardarda gelen bu 24 kareyi algılarken, bunların arkasına yer­leştirilen 25. kareyi algılayamaz. İnsan, algıladığı kareler hakkında yorum yapabilir, ondan etkilenip etkilenmemeyi seçebilir. İnsan gözünün algıla­yamadığı 25. kare ise kontrolsüz olarak beyne gider ve insan bilincine yer­leşir. 25. kare genellikle yazı şeklindedir ve bu efekt “algılama dışı uyarıcı” olarak da isimlendirilir. 25. kare program yapımcıları tarafından insanları yönlendirmede kullanılabilir. 25. kare ile insanları, herhangi bir fikre veya eyleme, belli bir adaya oy vermeye, bir ürüne bağımlılığa ya da başka bir amaç doğrultusunda yönlendirerek beyinleri yönetmek mümkündür. Ayrı­ca dil öğrenme programlarında da yaygın olarak kullanılır.25. kare prensibi ses dalgaları vasıtasıyla teyp, CD çalar, radyo gibi ses­li cihazlarda da kullanılır. 20. yüzyılda insan davranışlarını kontrol etmede en cazip yöntem haline gelen bu yöntemin temelinde insanın şuuraltına te­sir etmek vardır.

Özel kodla şifrelenen ses kasetleri, radyo ve televizyon aracılığıyla in­sanlara herhangi bir emir verilebilir ve onların bu emir çerçevesinde hareket etmesi sağlanabilir. Kişi, kasetten veya CD’den, ilahiler ve Kuran-ı Ke­rim dahil herhangi birşey dinlerken veya televizyon seyrederken, seslerde ve görüntülerde tehlikeli bir buyruk gizlenmişse, bunun şuuraltına indiğini farkedemez.Zihin Kontrolünde Renk, Ses ve Şekillerin Birlikte KullanılmasıRenklerin insan psikolojisinde ne kadar etkili olduğu yıllardır bilinmek­tedir. Örneğin kırmızı, turuncu ve sarının uyarıcı, mavi ve morun sakinleş­tirici, yeşilin ise uyum sağlayıcı etkileri vardır. Renklerin, seslerin ve şekil­lerin tek tek veya birlikte, belli bir düzende, belli bir sırayla ve hızla hare­ket ettirilmesiyle insanların, özellikle çocukların beynini kontrol altına al­mak mümkündür. Bu prensiple renkli lekeler, sesler ve geometrik şekiller 25. kareye yerleştirilerek “V-666” virüsü üretilmiştir. 666, Hristiyanlıkta “antichrist” yani “deccal”i sembolize eder.

Bu virüs bilgisayar kullanıcısına çok büyük bir kuvvetle etki edebilir. İlk önce belli bir amaçla düzenlenmiş renk lekeleri ki bunlar şekiller içine yer­leştirildiği zaman daha da etkili olabilir, sesler ve görüntüler kullanıcıyı hipnotize eder. Sonra şekillerin ve renklerin programlanan düzene göre değiştirilmesi kalp ritmini ve tansiyonu kontrol altına alır, hastalığa hatta ölüme götürebilir. 1999 yılında sadece Rusya’da, bilgisayar kullanıcıları arasında bu şekilde gerçekleşen, 46 ölüm vakası tesbit edilmiştir. Japon­ya’da 1 Aralık 1997’de “Pokemon” çizgi filmini izleyen 700 çocuk epilepsi nöbetleri ile hastahaneye getirilmiştir. Bu “televizyon epidemisi”ne, kırmı­zı ışığın saniyede 10 ila 3030 defa kesintiler halinde verilmesi yol açmıştır.Kesintiler halinde hızla geçen kırmızı ışık ilk önce beyin damarlarında spazm, sonra da bayılma, kasılma ve boğulma hissine sebep olmuştur.Bu tür efektler vasıtasıyla “psikotron" silahlar üretilmekte, televizyon ekranı ve bilgisayar monitörü aracılığıyla kullanılmaktadır.

Psikolojik Savaşta Müzik-Koku İkilisinin Kullanımıİnsanın sinir sistemi elektro-kimyasal sinyallerle çalışır. Bu sebepten beynin düşüncesini yöneten ve etkileyen elektro-kimyasal sinyallerin üre­timinde, besinler, su ve solunum yoluyla vücuda alınan ve beyne ulaşan maddeler çok önemlidir. İnsan bedenini, aklını ve ruhunu etkilemek için bir takım ritüeller, yiyecekler, içecekler ve kokular ezelden bugüne kadar kullanılmıştır ve bugünden ebede kadar da kullanılacaktır.Dikkat ettiyseniz bugünkü uçaklarda müşteriler kokulu müziklerle kar­şılanıyor. Bu garip müzik ve koku dağıtımı sinemalarda, asansörlerde, oto­büslerde ve büyük mağazalarda da kullanılmaya başlamıştır.

 Bu, globalle­şen dünyanın bir nimeti ve konforun bir parçası şeklinde sunulmaktadır. Fakat müzik-koku ikilisinin psikolojik savaş silahlarından biri olduğunu çok az kişi bilmektedir. Bu fenomene “psikotropik etki” denmektedir. Psikotro­pik etki, tıbbi ilaç ve katkı maddeleri vasıtasıyla insan psikolojisini etkileyerek, ona yapmak istemediği eylemi yaptırmaktır.Kimyasal maddelerin yiyecek endüstrisinde yoğun bir şekilde kullanımı 1940’larda başlamıştır. O zamanlar çoğu doğal kaynaklı olan kimyasal maddelerin kullanım miktarı kısa sürede dünya çapında yılda 7 milyon to­na kadar ulaşmıştır. O zaman bir kaç bin çeşit kimyasal madde kullanılmak­taydı. Bugün ise milyonlarca ton ve yaklaşık 100 000 çeşit kimyasal mad­de, ilaç, gıda katkı maddesi, kozmetik, vücut bakım ürünleri, temizlik mal­zemeleri, tarım ilacı endüstrisinde kullanılmakta ve bu sayı her geçen yıl artmaktadır. Katkı maddelerinin yoğun kullanımından insanların aklı ve beden-ruh sağlığı negatif yönde etkilenmektedir.

Bu grup etki maddeleri arasında kokuların özel bir rolü vardır. Kokular, insan ruhunu ve psikolojisini güçlü şekilde etkileyen faktörlerdir. Amerika­lı psikiatrist A. Hirsh belli bir kokunun insanı belli bir tavır ve eyleme yön­lendirebildiğini ispatlamıştır: Bazı mağazalarda belli bir koku yayıldığında mal satışının yüksek seviyelere ulaştığı ve bazı kokular koklandığında hızla kilo verilebildiği görülmüştür. Bu arada yapılan klinik araştırmalar sonucun­da lavanta, papatya, limon ve sandal ağacı kokularının en güçlü antidepre­sanlardan daha etkili olabildiği; yasemin, gül, nane ve karanfil kokularının ise insan beynini en sert kahveden bile fazla etkilediği ortaya çıkmıştır.Günümüzde ruhi gerginlikleri artıran veya ruhsal sıkıntıları çözen, cin­sel istek veya isteksizlikleri arttıran, duygusallığı güçlendiren, dişiliği kuvvetlendiren, insanın manevi dengesini bozan, insanda korku halleri doğu­ran, agresifliği artıran veya azaltan çeşidi aromalar yani kokular üretilmeye başlamıştır.Bu aromalar insan davranışlarını kontrol altında tutmak için kullanıl­maktadır.

İnsan beyninde kokulara ait bilgilerin saklandığı bir hafıza merkezi var­dır ancak onların beyin tarafından denetimi mümkün değildir. Bu yüzden kokular insan psikolojisinin en zayıf noktasıdır ve psikolojik savaşta kulla­nıma elverişlidir.Psikotronik ve Psikotropik Teknolojiİnsan ruhunun çağımızdaki diğer bir düşmanı ise “psikotronik etki”dir. Psikotronik etki, parapsikolojik ve ekstrasensör etkilerin diğer bir adıdır. Psikotronik etkinin en basit kullanımı hipnozcu ve ekstrasenslerin müşteri­lerine uyguladığı “seanslar”dır.

Sovyetler Birliği yıkılmadan önce Taşkent’te çeşitli kahin, şaman, hip­nozcu, medyum ve ekstrasenslerin faaliyetlerini incelemek için bilimsel merkezler kurulmuştu. Bu merkezlerin ilgisini çeken esas şey bu insanların beyinleri tarafından üretilip yayılan elektromanyetik dalgaların (biyolokas­yon) müşterilerinin beyinlerini nasıl yönlendirebildiği olmuştur. Araştırma­lar sonucunda şamanın, kullandığı davul sesinin dalgaları ile tedavi ettiği kişinin beyin dalgaları arasında bir uyum oluşturduğu ve bu sırada dua okuyarak onun beynine istediği emirleri yerleştirdiği gözlenmiştir. Çağımızda bu olaya “nerolinguistik programlama" denilmektedir.Nerolinguistik programlama metodları kullanımının en yaygın örneklerini, distribütör yetiştirme merkezlerinde, rap müziğinde, reklamlarda, pek çok filmde ve televizyon programında görmek mümkündür.

Diğer yandan Ruslar ve Amerikalılar uzaydan yere doğru holografik tas­vir transferi gibi ilginç bir proje geliştirmişlerdir. Bu holografik resimler 100-150 kilometre çapında belli bir alan üzerinde görüntülenmekte ve bel­li amaçlara hizmet etmektedir. Nitekim, 1 şubat 1993'te Somali'de, Ameri­kan piyadeleri üzerine Hz. İsa (a.s.)'ın 150 metrekare büyüklüğündeki çok canlı ve gerçekçi bir görüntüsü yansıtılmıştır. Askerler bundan güçlü bir şe­kilde etkilenmiş ve diz çökerek ağlamaya başlamışlardır.Rusyalı eksperlerin fikrine göre bu tür psikotron silahlar, Amerikan ordusunun “barış misyonu!” ile bulunduğu ülkelerde kullanılabilir. Örneğin, Irak veya başka bir işgal altındaki ülkede, direnişçilere savaşmaktan vazgeç­melerini telkin eden şehitlerin holografik görüntüleri gökyüzünü sarabilir.

Bilim adamlarına göre, psikotronik ve psikotropik teknoloji, atom bom­basından daha tehlikelidir. Onlara göre bu teknoloji, insanlardan her emri yerine getiren “zombiler üretme teknolojisi”dir. Bu, sadece bir kişiye ya da küçük bir gruba değil, bir etnik gruba veya bir topluma karşı kullanılabile­cek çapta bir teknolojidir.Bu dehşetli araştırmaları yapan bilim adamlarının ortak kanaatine göre Psikotropik ve Psikotronik silahların etkisinden korunabilenler yalnız inanç sahipleridir.İnanan insanı ne hipnoz, ne de elektromanyetik dalga ile kontrol altına almak mümkün değildir. Bu çarpıcı fenomen, bütün araştırmalarda ve de­nemelerde yalın bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Örneğin bu denemelerden birinde hipnoz altındaki bir adama birisini öldürme emri verilmiş, ancak adam tam bıçağı saplayacakken kolluna kramp girmiştir. Demek ki, katil ol­mayan, etki altında da öldürmez, haramdan kendini koruyan harama yaklaşamaz, yalancı olmayan yalan söyleyemez, hain olmayan ihanet edemez, imanlı insan küfredemez.

“Gerçek şu ki; şeytanın, inanan ve yalnız Rablerine tevekkül eden kim­seler üzerinde bir hakimiyeti yoktur. Şeytanın hakimiyeti, sadece onu dost edinenler ve Allah’a ortak koşanlar üzerindedir.” (Nahl Suresi, 99-100)“İnsan Genom Projesi”nde çalışan ünlü Amerikalı araştırmacı Dr. Col­lins: “Mükemmel genetik yapınızda ‘Tann geni’ adı verilen bir gen oldu­ğu ortaya çıktı. Bu geni aktif olmayanların inançsız olduğunu tesbit ettik. Fakat şimdiye kadar yaptığımız araştırmalarda. ‘Tanrı geni’nin aktif hale gelmesini sağlayan dış bir etken bulamadık. Ne çevrede olan değişiklikler ne de kalıtsal nedenler ‘Tann geni’nin üzerinde etkili olmuyor. Tanrı ge­ninin mucizevi bir şekilde aktif hale gelerek insanlarda inanç olgusunu meydana getirdiğini düşünüyoruz” şeklinde bir açıklama yaptı.Yani ancak Allah’ın isteğiyle inanç geni aktif olabilir. Aynı şekilde sade­ce Allah (c.c.) aktif inanç genini inaktif hale geçirebilir.“Allah dilediğini saptırır, dilediğine de hidayet verir. O mutlak güç sa­hibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (İbrahim Suresi, 4)Nanoteknoloji ile Zihin KontrolüNanoteknoloji ve gen teknolojisi ürünü yeni katkı maddeleri ve tıbbi ilaçlar.Nanoparçacıklar: Maddenin atomik-moleküler boyutta mühendisliği­nin yapılarak yepyeni özelliklerinin açığa çıkarılması ile oluşan madde par­çacıklarıdır. Altın gibi değerli bir madenin bile nanoparçacık hale geldiğin­de tehlikeli bir kimyasal katalizöre dönüştüğü ortaya çıkmıştır.

Titanyumdioksit (Ti02): Dünyada en sık kullanılan mineraldir ve na­noteknolojide kullanılan üç ana maddeden biridir. Titanyumdioksit nano­parçacıklarının atom yapısı değiştirilerek, görülebilen ışık huzmesine olan tepkisi “yeniden inşa” edilmiştir. Işığın (foton) titanyumdioksit nanoparça­cığına düşmesiyle birlikte, organik madde, kimyasal reaksiyon sonucu par­çalanmaya başlar. Bu yapay fotosentez, bitkilerde gerçekleşen fotosenteze benzer. Fotosentez, karbondioksit ve suyun, ışığın da etkisi ile organik madde yani besin üretmesidir. Ancak, titanyumdioksit, bitkilerden farklı olarak, organik maddeleri parçalayarak karbondioksit ve suya ayrıştırır, ya­ni tam tersi. Bunun anlamı, titanyumdioksit nanoparçacıkların, herhangi bir organik madde ya da canlı hücreye teması halinde, canlı dokunun, özel­likle proteinin parçalanmasına ve proteinin fonksiyonunun değişmesine neden olan kimyasal reaksiyonu başlatabilecek korkunç bir yetenekte ol­duklarıdır.

Türkiye’de artık bütün duvar boyaları nanoteknoloji yöntemiyle ve özellikle titanyumdioksit nanoparçaçıklar ile üretilmektedir. Şu anda Tür­kiye'de nanoparçacıklar bütün ilaçlarda, ambalajlı hazır yiyecek ve içecek­lerde, tuzda, şekerde ve unda koruyucu, beyazlatıcı veya nem tutucu ola­rak kullanılmakta. Ayrıca kendi kendini temizleyen kumaş ve giysiler üre­tilmektedir.Nanoparçacıkların Canlı Organizmalara EtkisiNanoparçacıkların canlı organizmayı nasıl etkilediğini araştırmak ama­cıyla yapılan deneylerde kobay olarak fareler kullanıldı. Fareler bir kaç haf­ta boyunca havası, volfram ve kobalt nanoparçacıkları ile kirletilmiş bir bölmede tutuldu. Bilim adamları bu farelerin organizmasına karışan nano­parçacıkların organizmayı hiç bir şekilde terketmediğini ve organlarda çökelti olarak biriktiğini tespit etti.Nanoparçacıklar canlı hücrenin yapısına nüfuz edebilme ve bunun so­nucunda da genleri mutasyona sokma yeteneğine sahiptir. Ayrıca nanopar­çacıkların bulunduğu ortamın solunmasının ciğerlere büyük hasar verdiği tespit edilmiştir.

Terliksiler (dafniya) ve balıklar üzerinde yapılan başka araştırmalarda ise bunların yaşadığı akvaryuma karbon nanoparçacıkları katıldı. İki gün sonra akvaryumdaki terliksiler hızla ölmeye başlamış, kobay balıkların ise beyin hücrelerinde hasarlar tesbit edilmiştir.Nanoparçacıkların canlı organizmalar üzerindeki etkisini inceleyen de­neyler Türkiye'de karbon nanoparçacıkların suya katılmasıyla devam et­mektedir. Ancak karbon nanoparçaçıklar artık terliksilerin suyuna değil, in­sanların içtiği içme suyuna katılmaktadır.Günümüzde Nanoteknoloji en geniş şekliyle tıpta kullanılmak üzere ge­liştirilmektedir. Bugün nanoteknoloji ve gen teknolojisi metodlarıyla sen­tetik hormon, enzim, vitamin, aminoasit gibi pek çok yeni ilaç üretilmek­tedir. İlaçlarla, yiyecek ve içeceklerle, tuzla ve suyla insan organizmasına giren nanoparçacıkların, insan vücudunda ne gibi kimyasal reaksiyonlara sebep olabileceği henüz bilinmiyor. Uzmanlara göre sentetik nano ilaçla­rın vereceği fizyolojik zararların tespiti imkansızdır. Belli bir süreçte bağışıklık sistemlerinin farklı özelliklerine göre herkeste farklı fizyolojik tahri­batlar ortaya çıkacak, tehlikenin büyüklüğü anlaşıldığında ise iş işten geç­miş olacaktır.

Psikolojik savaş ustaları insan ruhunu rehin alma stratejisini çoktan yü­rürlüğe koymuştur. Biz artık görünmez bir savaşın tam ortasında yaşıyoruz. Bugün ilaç, gıda, müzik, sinema, psikotronik ve psikotropik silah endüstri­sinin, gen teknolojisinin ve son olarak nanoteknolojinin insanlığı vahim birsona doğru hızla sürüklediği çok açıktır.Uzaktan zihin kontrolü sınırsız bir alandır. Görüntüleme cihazlarıyla, uydudan takip ile yapılan beyin taraması süperbilgisayarlarda bir araya ge­tirilerek insan davranışları, tüm yönleriyle, uzaktan idare edilebilir.Yapay uzuvlara sahip insanlar, beyinlerine yerleştirilen bir tuz tanesi büyüklüğündeki mikroçip sayesinde robot kollarını ve bacaklarını hareket ettirebilmektedir ve bu mikroçip, o kişiyi uzaktan yönetmek için yeterlidir. Ancak mikroçip olmasa bile, beyne mikrodalgalar ve dijital dalgalar ilet­mek mümkündür.

Şu anda cep telefonları ve arabalar sürekli olarak izlenmektedir. Ulusla­rarası büyük firmalardan satın alınan eşyalar ve giysiler RFID (Radyo Fre­kans Kimliği) çipleri taşımakta ve böylelikle takip edilebilmektedir. İleride, nüfus cüzdanları da RFID çipleri taşıyacaktır. Çiplere nanomoleküller ile bir nanotüp yerleştirilebilir, gerektiği zaman bu tüp hareke geçirilebilir, bu tüpün içeriği vücuda enjekte edilebilir veya planlanan herhangi bir şekilde kullanılabilir. Yani araba kullanmasak ya da cep telefonu taşımasak da ye­rimiz tespit edilebilir, üzerimizde taşıdığımız nanotüp uydudan veya bir bilgisayardan yönlendirilebilir ve gerektiğinde kullanılabilir. Örneğin bu­gün herhangi birine ait cep telefonunun radyasyonunun yükseltilmesi, ölümcül bir seviyeye getirilmesi mümkündür.

Bir insanın parmakizi, avuçiçi, göz irisi, yüzü, retina tabakası, el yazısı, yürüyüş ve yüz ifadesinin özelliklerinin, kapalı devre kamera sistemleri ve diğer yöntemlerle biyoölçümleri alınır ve biyoölçüm tanımlama sistemlerine aktarılabilir. Bu şekilde o insanın hastalıkları, zayıf noktaları, hafıza­sındaki gizli kayıtlar ve ruh hali belirlenebilir.
Nanoteknoloji, Zihin Kontrolünde Gelinen Son Aşama Bu aşamada insan biyorobot düzeyine indirilebilir. DNA molekülleri baz alınarak, bir Bio-Nanoteknolojik anahtar olan “Nanoactuator” geliştirilmiştir. 

Saç teli kalınlığının binde biri kadar olan nanoactuator temelde, mikroçipin minyatür bir kanalına bağlanan DNA molekülü ipliğidir ve canlı hücrelerin ürettiği doğal enerjiyi kullanarak ça­lışır. O anda meydana gelen elektronik sinyaller direkt olarak bilgisayara aktarılabilmekte, böylece canlı biyolojik sistemler dünyası ile bilgisayar dünyası arasında doğrudan bağlantı kurulabilmektedir. Nanoactuator aynı zamanda organizmalar arasında bağlantı kurmak için de kullanılabilir. Bu mikroçipin her dokuya, özellikle beyin dokusuna yerleştirilmesi mümkün­dür.

Bu şekilde, bilgisayardan gelen sinyaller doğrultusunda beyin kontrol altına alınabilir. Nano-nöro-bilgisayardan beyne yerleştirilen mikroçipe gelen sinyal1er beyne bir takım resimler, sesler, objeler, kokular ileterek ona programlar yükleyebilir. Böylece istekler, duygular, sevinçler ve üzün­tüler, insanın yapması veya yapmaması istenenler nano-bilgisayarlar tara­fından yönlendirilebilir. Ve tamamen farklı, yapay bir zihin inşa edilebilir.Küçücük, birkaç molekül büyüklüğündeki nanoaktuatorlar tuza, suya, una veya herhangi bir yiyeceğe katkı maddesi olarak katılabilir veya solu­nan havaya serpilebilir. Sindirim veya solunum yoluyla gelen bu nanopar­çacıklar vücudumuzu dolduracak, vücudun her yerine yerleşebilecekler.

Nano-robotlar Hastalıkları Tedavi Edebilecekİnsan vücudundaki hücreler, nanorobat ve nanostrürktürler vasıtasıyla moleküler seviyede takip edilecek, kontrol edilecek ve düzeltilebilecekler. Nanorobotlar hücreleri düzeltme veya yeniden inşa etme yeteneğine sahip olacaklar. Mesela, insanda erken skleroz başladıysa, vücudundaki nanoro­botlar hastalığın yerleştiği bölgeyi bulacak, hasta hücreleri ve damarların­daki birikintiyi mekanik ve kimyasal yöntemlerle derhal temizleyecekler. Herhangi bir genetik hastalığı varsa, nanorobotlar hastalık ile bağlantılı ge­ni tespit ederek, kesip atacak ve yerine yapay “sağlıklı” bir gen yerleştire­cekler. Ya da insan yaşlanmaya başladığında nanorobotlar bedeninin tümü­nü kapsayacak bir çerçevede her hücreyi atom seviyesinde düzelterek gençlik çağına geri döndürebilecekler. Ve insan her zaman 20-30 yaşında görünecek.

Binlerce Yıl Önce Ölmüş Varlıklar DiriltilebilecekAmeliyatlar organlarda değil moleküler seviyede yapılacak ve insan fii­len ölümsüz olacak. Şayet vücudundaki robotlar hastalığına çözüm getire­mezse, robotlar yeraltında ya da uzayda bulunan “Merkezi Tıp Bilgisaya­rı”na ulaşarak ondan yardım isteyecekler. Merkezi Tıp Bilgisayarı ise bütün sağlık problemlerine çözüm bulabilecek kapasitede olacak. 

Hatta kriyonik metot ile yıllar önce dondurulan insanların hücreleri milyonlarca nanoro­bat tarafından onarılacak ve diriltilecek. Bu şekilde binlerce yıl önce ölmüş fakat cesedi bir şekilde korunarak tamamen çürümemiş varlıklara, bitki, mikrop, sinek, böcek, balık, hayvan veya insanlara yeniden hayat verilecek. Bütün İnsanların Beyinleri Tek Beyin Haline Gelecek

İnsan vücudundaki fizyolojik işlemleri ve kişisel iradeyi elde tutabilen bu nanobilgisayarın en geç 2050 yılına doğru üretilmesi planlanmıştır. An­cak, nanobilgisayarı ilk üreten olmak için gelişmiş ülkeler arasındaki yarış sürmektedir. Dolayısıyla bu nanobilgisayar planlanan tarihten çok daha önce üretilecektir. Çünkü bu bilgisayara ilk hangi ülke sahip olursa “belir­li bir insan”ın beynini bilgisayara yükleyecek ve vücutlarına birer alıcı nite­liğindeki nanoparçacıklar yerleştirilerek, önceden hazırlanmış olan bütün insanların beyinlerini bu bilgisayarla yönetecek. Böylece bütün insanların beyinleri tek beyin haline gelecek.

“Ol” Dendiğinde İstenilen Şey Hemen VarolacakBütün dünyayı saracak olan, bir kaç molekül büyüklüğündeki nanorobot­lar, kendi kendilerine hızlı bir şekilde çoğalabilecekler. Herhangi bir orga­nik veya inorganik maddeyi atomlarına kadar çözebilecekler. Sonra da bu atomlardan yeni bir madde veya istenilen herhangi bir eşyayı, hemen he­men her şeyi yeniden inşa edebilecekler. Nanorobotlar insan sesi veya dü­şüncesi ile yönetilecekler. “Ol” dendiğinde istenilen şey hemen varolacak!

"Hiç Şüphe Yok Deccal Çıkacak"Bütün bu gelişmeler insana çok cazip gelebilir, bunda hiçbir mahzur görmeyebilir. Ancak Peygamberimiz (s.a.v.) iki farklı Hadis-i Şerif'te şöyle buyuruyor:

“Hiç şüphe yok Deccal çıkacaktır. Deccal’in yanında cenneti ve cehen­nemi vardır. Onun cehennemi cennet, cenneti cehennemdir.” “Körleri ve abraşlıları (ağır hastalan) iyi eder. Ölüleri diriltir ve ‘Ben Rabbinizim’ der. Kim onu tasdik ederse fitne-i Deccale düştü. Kim de ‘Rabbim Allah’ der ve böyle ölürse o zaman Deccal’in fitnesine düşmemiş olur ve ona bir daha fit­ne ve azab yoktur.”

Allah (c.c.) bize verdiği, hayır ile şer arasındaki seçim hakkını son nefesimize kadar korumaktadır.“O (şeytan) sizi ancak kendi dostlarından korkutuyor. Onlardan kork­mayın, eğer mümin iseniz, benden korkun (Al-i İmran 175)

x

3 Mart 2014 Pazartesi

Beni ben yapan nedir

Beni ben yapan nedir

Beni nasıl bulursunuz?
Ben hissedişi için beynin hangi bölgeleri aktive oluyor?
Nöronların ateşlenmesinin beni yarattığına ilişkin hangi kanıtlar var?
Beynin çalımadığı bir an var mı?
Beyin uyur mu?
Karar vermeden önce ne karar vereceğimiz bilinebilir mi?
İçsel dünyamız nasıl meydana geliyor?
Farkında olduğumuzu nasıl biliyoruz?
Bilinci açıklayan bir denklem var mı?
Bilinçli olan ben miyim yoksa nöronlarım mı?
Özgür irade var mı?
Kararlarımı veren kim?
Nöronlarımın tutsağı mıyım?
Bilinli zihin beyin aktivitesinden ayrı mıdır?
Elle tutulamayan içsel dünya deneyimlerimizi ölçebilmemizin bir yolu var mı?
Kendimizin farkına ilk ne zaman varırız?
“Ben” hissedişi olanlar yalnızca insanlar mı?
Bilinç nerede başlayıp, nerede bitiyor?
Bilinç-metre mümkün mü?
Kendi farkındalığımız ile ölüm farkındalığı arasında ilişki var mıdır?
Beynimizin hangi bölümü bizi bilinçli yapıyor?
Beden dışı deneyimler ne kadar etkili ve güçlü?
Beden dışı deneyimi nasıl oluşturabiliriz?
Başka birisinin görüşünden Dünya’yı görebilir miyiz?
Ben hissi, beden ve zihin ilişkini nasıl daha iyi anlayabilirim?
Uyku nedir, bilinçle ilişkisi nedir?
Uyuduğumuzda ne oluyor da bilincimizi yitiriyoruz?
Retiküler aktivasyon sistemi: Beyin kökünde bulunan ve omurilik ile beyin korteksi arasındaki sinyal alış verişinde genel bir filtre, aktarma ve düzenleme merkezi olarak hareket eden karmaşık bir sinir hücreleri sistemi. Bu işlevleriyle, hangi durumlarda hangi uyarıcılara tepki vereceğimizi etkiler ve uyku, uyanıklık ve dikkat süreçleri ile bazı reflekslerde rol oynar. Bu merkezin uyarılması, algısal ayırt etme kapasitesinin artmasına, zedelenmesi ise komaya yol açabilir.
Talamus: Beyin yarımkürelerinin altında, beyin sapının hemen üstünde bulunan, sağ ve sol olmak üzere iki kısımdan oluşan ve omurilik, beyin sapı ile beyin korteksi arasındaki sinyal alışverişinde bir röle istasyonu olarak çalışan gri maddeli beyin yapısı. Koku hariç bütün duyu sinyalleri önce taalamusa, buradan da korteksin ilgili alanlarına iletilir
Aktarma istasyonu: Talamusta bulunan ve aldığı sinyalleri hiçbir değişikliğe tabi kılmadan başka bir yere ileten sinir hücreleri
Beyin korteksi (cerebral cortex): Beynin yarımkürelerinin dış yüzeyini kaplayan 1 ila 4 mm. kalınlığındaki gri madde. Evrimsel açıdan beynin en son gelişen kısmı olan bu kısım, dil, yaratıcılık, problem çözme, akıl yürütme, planlama, vb. gibi son derece gelişmiş yüksek düzeyli bilişsel yetileri yönetir.
Pre-motor korteks: şuurumuza ulaşmadan bazı hareketlerin kontrolünü sağlayan bölüm.
Propofol: amaci anestezinin devamini saglamak degil baslangicta hizli bir sekilde hastayi uyutmaktir.
Bazal ganglion: beynin orta kısmında bulunan prefrontal korteks ve alt motor ve duyu bölgeleri arasındaki iletişim ve yönetimi sağlayan yapıların genel adıdır. Karmaşık motor hareketlerin uygulanması ve yönetilmesi bu yapılar aracılığıyla yürütülür.
Talamokortikal (talamus-kortikal döngü): Talamus ve beyin kabuğu iletişimi.
Serebellum: Beyincik ya da Cerebellum, vücudun denge organlarından biridir. Kasların düzenli çalışmasını sağlar.
Transkraniyal Manyetik Uyarım: psikiyatride ve nörolojik hastalıklarda kullanılan yeni bir tedavi yöntemidir. Son 15 yılda kaydedilen teknolojik ilerlemeler beyinde hücresel elektrik akımını ölçmek ve değiştirmek konusunda bazı cihazların geliştirilmesini sağladı. Bu cihazlardan biri Transkraniyal Manyetik Uyarım (TMU) sistemidir.

REALİTE OLARAK BİLDİĞİNİZ VAR DEĞİL

REALİTE OLARAK BİLDİĞİNİZ VAR DEĞİL

Başlangıçta hiçbir şeydi. Her nasılsa, herşey bu hiçlikten oluştu. Bu titreşen, canlı hiçlikten, madde, enerji, uzay, zaman, bilinç, akıl ortaya çıktı. Nasıl olur da, bilinçli olmayan birşey, beyin gibi maddesel bir şey, deneyim gibi, maddesel olmayan birşeyi nasıl meydana getirebilir?


Eğer bir bir kuantum fizikçisinin gözlerinde korku görmek isterseniz,ona sadece “ölçme problemi” deyin.

Ölçüm Problemi şudur: Ölçtüğünüzde bir atom yalnızca belirli bir yerde gözükür.


Başka bir deyişle,bilinçli bir gözlemci ona bakmaya karar verene kadar, bir atom her yerdedir.Böylece, “ölçüm” veya “gözlem“, tüm evreni meydana getirir.Yalnızca bilinçli varlıklar gözlemci olabilirler, öyleyse biz realitenin tam varlığına derinlemesine bağlıyız, bu olmadan, burada olan sadece genişleyen olasılıkların süper pozisyonu olurdu gerçekten olan, tanımlanan bir şey olmadan.


Milyonlarca ve milyonlarca küçük kütleli enerji ve ışık, fotonlar ve elektronlar, Onlar, izafiyet ve kuantum mekaniğine göre hiç var olmayan, hayali, üç boyutlu, katı dünyayı meydana getiriyorlar. Ne zaman parçacıklara belirli bir düzeyin ötesinden bakmaya çalışsak, gözlem onların hareketini değiştirir…


Buna ilaveten, parçacıklara , tek tek ve daha çok baktıkça, tek bir elektron gibi birşey olmadığının daha fazla farkına varırsınız. Bir elektron veya herhangi bir temel parçacık, yalnızca diğer şeylerle ilişki halinde olduğunda var olur, diğer parçacıklar veya evrenin tümü için de böyledir… Bunun anlamı, maddenin doğasına yeterince derinlemesine daldığınızda, yaşadığımız dünyada bildiğimiz herşey yok olur, artık objeler yoktur, sadece ilişkiler vardır. Artık mekan yoktur, artık zaman da yoktur. Katı madde olarak düşündüğümüz şeye ne kadar detaylı bakarsanız, o kadar katılık azalır ve görünmeye başlar… Bildiğimiz realiteler beynimizin ürettikleridir.


Beyin her dakika milyonlarca sinyal alır, ve biz onları, kendi dışımıza yansıyan ve “gerçek” diye isimlendirdiğimiz, hologramlar haline getiririz. Beynin korteksi de bir hologramsa, üç boyutlu bir hologramsa, ve iki boyutlu hologramlar, üç boyutlu görüntüyü oluşturuyorsa, buradan devamla, üç boyutlu hologramlar da dört boyutlu şekilde ortaya çıkacaktır.


Hologram, bir mecazdır. Hologram, “N” boyutunu ve bilgisini alıp, “N-1″ boyuta indirgemenizdir. Bu, bir hayalden başka bir hayale nasıl geçiş yapıldığına ilişkin, paradoxlar, çelişkiler için bulduğumuz bir yöntem. Realiteyi tanımlamak için kullandığımız kelimeler, kavramsal fikirler, kafamızın içindeki olgulardır, bilincimize yansır, gerçekte orada değiller. Ve çoğu zamanlar bu bir filozofik tartışma oldu. Kuantum fiziğine geldiğimizde ise, – Bohm’un Holografik düşünceyle gelmesinin nedenlerinden bir tanesi de buydu- bu gerçekten önemli şeylerin başlangıcı oldu.


Keşfedildi ki, iki atomaltı parçacığı, örneğin iki elektronu aldığınızda, bir tanesine yaptığınız etki, ne kadar uzakta olursa olsun diğerini de etkiliyor. Peki bu nasıl olur? Bunun bize söylediği, madde için bir araya gelirken, birbirlerinden ayrılsalar bile enerji halen oradadır, onları bağlamaktadır. ve bu benim için neden bu kadarönemli, çünkü zamanda yeteri kadar geri gidersek, genişleyen evrendeki bütün parçacıklar ve maddeler, tüm bunlar beraberce, bir bezelye büyüklüğü kadar olan tek bir parçacığın içerisindeydi,


Bugün bilimin bize söylediği ve bilgisayar modellerinin iddia ettiği budur. Ki, eğer bugün evrenin içine gidip, maddenin bütün parçacıklarını alabilseydiniz ve arasındaki tüm uzayı alabilseydiniz ve hepsini biraraya getirerek, ve tek bir bezelyenin büyüklüğüne sıkıştırabilseydiniz, siz ve ben ve dinleyicilerimizin herbiri, hepimiz tüm evreni yaratan aynı parçacığın parçasıyız, ve o parçacıklar şimdi ayrı olsalar ve genişleseler bile, ki araştırmalar öyle olduklarını gösteriyor, biz hepimiz, hala enerji olarak bağlıyız.


Bir atom ve onun elektronu çoklu evren objeleridir (multiverse, evren içi evrenler) ve bu çoklu evren objeleri, kuantum mekaniğinin açıkladığı şeydir. Şimdi, bu demektir ki;


Kuantum teorisi tarafından açıklanan paralel evren gerçeği, her büyüklükteki objeye uygulanabilir, insanlara, yıldızlara, galaksilere, herşeye… işte bu yüzden bu teoriye “Paralel Elektronlar Teorisi“ yerine , “Paralel Evrenler Teorisi” diyoruz.


- Çünkü sonuçta bizler de atomlardan meydana geldik.


Bizler, evet bu doğru…


Ve aynı teori, atomların farklı evrenlerde birden fazla yerde varolduğunu söylerken, bizlerin de birden fazla yerde olduğumuzu, ve bir zihin halinden daha fazlasında ve bunun gibi, farklı evrenlerde olduğumuzu da söylüyor.

Ve bu da kelimelere döküldüğünde şu manaya gelmektedir, elektronlar arasında ayrılık yoktur. Daha da fazlası, insanlar arasında da ayrılık yoktur. Herşey birbiriyle bağlıdır. Ve en büyük sır da, bana göre, bireysellik bir illüzyondur, yanılsamadır. İllüzyon, zihinlerimizin nasıl algıladığıdır.


Benim illüzyonum benim zihnimden gelir, sizin illüzyonunuz sizin zihninizden gelir. ilüzyonun kaynağını dışarıda bir yerde aramak isteyebilirsiniz, biz dışsallıkta bir yerde aradık, iluzyonun kaynağını bulamadık. çünkü, sizin illüzyonunuz sizin zihninizden gelir.


Burada konuştuğumuz büyük şey, yeni bir düşünme şeklidir, “kişi” dediğimiz, “şahıs“, varoluş, “BEN” Bunun anlamı

ile ilgili değişmeye başladığımızda, hakkında konuştuğum sonsuz alanı görmeye ve dokunmaya başlayabiliriz. “Sonsuzluklar” varlığınızın sınırının parçasıdır, bu perspektiften bakıldığında, herşey sonsuzluğa bölünebilir. Nükleer gücün, kimyasal enerjiden neden milyon defa daha güçlü olduğunu merak ederseniz, çünkü kimyasal enerji moleküldeki atomlarla ilgili bir işlemle oluşur, Nükleer enerji çekirdekteki parçacıklarla ilgili bir işlemle oluşur; süper bir ölçekte, bin milyon, milyon, milyon defa daha küçük olmak, kendi dinamizminde sanal olarak sonsuzdur.


Eğer sonsuzu arıyorsanız, sonsuzu arayıp bulmak için hangi araçlara sahip olmalısınız? Sadece duyu organları mı? Sonsuzu duyu organlarınızla aramak, sanki aya kağnı ile gitmeyi istemek gibidir.


Öyle değil mi?


Bu insanlığın kötü halidir, limitli bir algılamayla, ötede olanı yakalamaya çalışıyorlar. Bu nedenle, biz gerçekliğin son düzeyini algılamaya çalışıyoruz ve bunun için metod bulmaya çalışıyoruz, örneğin yeni teknolojiler, atomik güç, vb… fakat ne kadar araştırırsak araştıralım, bu mekanizmaları kullanarak gerçekliğin son düzeyini algılayamayız. gerçekliğin son düzeyi esasında boştur, ve bu bilimsel metodlar kullanılarak gözlemlenemez.


Bilim algılamaya dayalıdır, temelde bilgiye ulaşmak değildir, bilgi görünür fakat bilgi bir yan üründür, ve bana göre, daha az tutarlı birşeyle tutarlı bir şekilde bağlantıya girebilirseniz, bence bu sizin anlayışınızın doğru olduğunu gösterir, böylece doğru ve yanlış arasında veya hayali arasında ayırım yapabiliriz.


Şu anki görüntün, bizim “geçici benlik görüntüsü” dediğimiz şey, dijital kişiliğinin zihinsel projeksiyonu.

Bu…bu gerçek mi?


Gerçek nedir?


“Gerçeği” nasıl tanımlarsın?


Eğer hissettiğin, kokladığın, tattığın, gördüğün şeylerden bahsediyorsan, gerçek sadece beynimiz tarafından yorumlanan elektriksel sinyallerdir. Beyinlerimiz bilgiyi alır ve bazen ona biçim verir, Bu, resmin “orada” olması değildir, aldığımız bu veriyi, inanç sistemlerimiz ve bilinçli olmayan inanç sistemlerimize göre bir resmedönüştürürüz. Bildiğimiz gibi ışık göze gelir, retinanın arkasına çarpar, beynin arkasına nöral liflerleilerleyen elektrokimyasal impalsları tetikler, beyin bunu çok akıllıca bir şekilde, saniyenin onda biri kadar zamanda bunları hepsini biraraya getirir ve buna “dışarıdaki, oradaki” der.


Pekâlâ, siz kendi “gerçeklik tünelinizi” yaratıyorsunuz, bu, sizin realiteyi yarattığınız manasına gelmiyor. “La verdad“ın (hakikat) olduğu realiteden, sonsuz enerji akışından kendi gerçeklik tünelinizi yaratıyorsunuz, ve pekçok insan bundan habersiz.


Tüm madde, yavaş bir titreşime sıkıştırılmış enerjidir, hepimiz kendini öznesel olarak deneyimleyen tek bir bilinciz,


ÖLÜM DİYE BİRŞEY YOKTUR, YAŞAM YALNIZCA BİR RÜYADIR VE BİZ KENDİMİZİN HAYALİYİZ.